yükleniyor
Search Compare Wishlist Sepetim ₺0
Rufâî Tarikatı’nın kurucusu, piri, büyük mutasavvıf Seyyid Ahmed er-Rufâi kuddise Sirruhu, (512-578/118-1182) yılları arasında yaşamıştır. Neseb-i Şerifleri İmam Hüseyin bin Ali Radiyallahû Anhuma’ya vasıl olur. Ahmed er Rufâî’nin Hazreti Hüseyin Radiyallahu Anh soyundan gelen bir SEYYİD olduğunda bütün kaynaklar birleşir. Babası Seyyid Ali, Annesi ise Ebu Eyyûb el Ensarî’nin torunlarından Fatıma el Ensarî’dir. Dedesi Seyyid Yahya, Abbasi halifesi tarafından Basra’da bulunan Şiiler ve Sünniler arasındaki kavgalara son vermek üzere görev verilmiş o da bu görevi en iyi şekilde yerine getirerek Basra, Vâsıt ve Batâih bölgelerinde huzuru sağlamayı başarmıştı. İşte Ahmed er Rufâi’nin babası olan Seyyid Ali bu zatın oğludur. Ahmed-er Rufâi, Bağdat ile Basra arasında Bataih (bataklık yerler) bölgesinde Ümmüabide köyünde dünyaya teşrif etmiştir. Seyyid Ahmed-er Rufâi Hazretleri, yedi yaşına kadar babası Seyyid Ali’nin nezdinde kaldı. Yedi yaşında iken babası vefat edince, devrin büyük mutasavvıflarından olan dayısı ve şeyhi Mansur el Batâihi, annesi ve kardeşleri ile birlikte Onu himayesine aldı. Küçük yaşta hafızlığını tamamladıktan sonra Peygamber Efendimiz’in manevî işareti üzerine dinî ilimlerini tahsil için Şeyh Ali Ebu’l fazl el Vasıtî’ye teslim edildi. Şey Aliyyül Vasıtî hazretleri Peygamber efendimizin manevî emrine imtisalen Ahmed-er Rufâi’nin tahsil ve terbiyesinde büyük bir dikkat ve titizlikle hareket ederek son derece ihtimam ve gayret gösterdi. Ahmed-er Rufâi aklî ve naklî ilimlerde çok üstün bir gayret ve başarıyla ilim kariyerine sahip oldu. Hakiki bir fıkıh, hadis, tefsir alimi ve hakiki bir mutasavvıftı. Ayrıca çok mükemmel bir hatipti de... Seyyid Ahmet Rıfai (r.a.); orta boylu, nur yüzlü ve buğday benizli idi. Saçları siyah, sakalı seyrek, alnı açık ve geniş idi. Gözlerine sürme çeker, devamlı tebessüm eder halde bulunurdu. Öyle güzel konuşurdu ki, kalpleri harekete geçirir, sohpetine doyum olmazdı. Hatta bir keresinde cemaate vaaz-ü nasihat ediyordu. Cemaatte bulunan alimlerin Ahmet Rıfai Hazretlerine çok fazla soru sorduğunu gören Ebu Zekeriyya (r.a.) onlara müdahale etti. Bunun üzerine Ahmet Rıfai (r.a.) tebessüm edip, “Ey Ebu Zekeriyya Bu dünya fanidir. Bırakınız ben hayatta iken sorsunlar.” buyurdular. “Bu dünya fanidir” buyurduğunda, cemaat fevkalade heycana kapıldı, içlerinden beş kişi orada vefat etti. Orada hazır bulunanlar içinden, ibadetlerini tam olarak yapamayan binlerce kişi tövbe edip doğru yola geldi. Ahmed-er Rufâi, Şeyh Aliyyül Vasıtî Kuddise Sirruhu’dan hem icazet aldı, hem de hırka giydi. Vasıtî Onun için : “Herkes üstadıyla, ben ise talebem Rufâi ile iftihar ederim” demiştir. Ahmed-er Rufâi, Şeyh Aliyyül Vasıtî Kuddise Sirruhu’nun vefatından sonra dayısı Mansur el Batâihî’nin terbiye ve irşad halkasına girdi. 27 yaşına kadar dayısından tasavvuf dersleri alarak çok kısa zamanda seyr-i sülûkunü tamamladı. Daha sonra dayısı tarafından Ona “Şeyhü’ş-şüyûh” unvanı ile birlikte halifelik vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini verdi. Dayısı’nın vefatı üzerine bu yaşta posta oturdu. Kuddise Sirruhu, bütün tekkelerin şeyhliğine getirilince, Onu çekemeyenler, iftira atanlar eksik olmadı. Yıllar geçtikçe müritlerin sayısı artıyor, şanı şöhreti her tarafa yayılıyordu.Bu durum Irak’taki bazı şeyhlerin Onu kıskanmalarına sebep oldu. Bir çok iftira, itham ve dedikodu ortaya atıldı. Neticede Abbasi Halifesi el Muktefî’ye, erkek ve kadın müritlerini aynı zikir meclisinde bir arada bulundurduğu iddiasıyle hicrî 550 yılında şikâyet ettiklerinde, halife durumu yerinde incelemek üzere bir müfettiş gönderdi. Durumu araştıran ve inceleyen insaf sahibi müfettiş inceleme sonunda kanaatlerini bir rapor haline getirerek şöyle demişti: “Bu Seyyid ve müritleri sünnet yolunda değillerse, yeryüzünde sünnet üzere hareket eden hiç kimse kalmamış demektir.” Bunun üzerine Halifesine, yaptırdığı tahkikattan dolayı özür dileyen bir mektup göndermiştir. Misafirler için verdiği yemek haricinden başka bir şey yemezdi. Kendisine ait olan misafirhane, devamlı olarak dolup boşanırdı. Eli ayağı olmayan veya cüzzam gibi ağır hasta olan kimseleri yanına alır, onları bizzat kendi elleriyle yıkar, temizler ve elbiselerindeki yırtıkları yamardı. Çok mütevazi idi. Daima az konuşurdu ve “Sukutla emrolundum.” buyururdu. Namaz kılarken benzi sararır, kendinden geçerdi. Bir gün kendisi, “Namaza kalktığım zaman sanki ALLAH Teala bana Kahhar sıfatıyla tecelli edecek diye korkuyorum.” buyurdu. Ahmet Rıfai Hazretleri hayvanlara karşı çok şevkatliydi. Kimsenin bakmadığı temiz olmayan ve cüzzamlı bir köpeğe baktı, onu yıkadı ve besledi. Bir gün paltosunun eteğinde evin kedisi uyuya kaldı. Namaz vakti geldiğinde kediyi uyandırmaya kıyamadı ve bir müddet onu şevkatle seyretti. Uyanmayacağını anlayınca kedisinin yattığı yeri kesti. O haliyle namaza gitti. Geri geldiğinde kedi uyanıp oradan gitmişti. Kesik parçayı paltosuna tekrar dikti. Aşırı derecede alçakgönüllü ve takva sahibi idi. Bir gün, “İçinizde benim ayıbımı, kusurumu görüpte söylemeyen var mıdır? Varsa lütfen söyleyiniz.” buyurdular. Orada bulunanlardan bir tanesi dedi ki: “Efendim, ben sizde bir kusur görüyorum.” Bunu işiten Seyyid Hazretleri hiç üzülmedi, söyleyeni kınamadı ve, “Ey kardeşim, lütfen kusurumu söyleyiniz.” buyurdu. O kimse, “Bizim gibi, size layık olmayan kimseleri huzurunuza kabul buyurmanızdır.”deyince, başta Ahmet Rıfai (r.a.) olmak üzere oradakiler ağlamaya başladılar. Bir ara Ahmet Rıfai Hazretleri, “Hepinizden daha aşağı olduğumu biliyorum ve ben sizlerin hizmetçinizim.” buyurdu. İbrahim Besti isminde birisi, bir gün Ahmet Rıfai Hazretlerine hakaretlerle dolu bir mektup yolladı. Bu mektubu alan Ahmet Rıfai (r.a.), yanında bulunan birisine mektubu okuttu. Her türlü iftiranın içinde bulunduğu bu mektup okununca, Seyyid Hazretleri sükunetle dinlediler ve, “Doğru söylemiş. Eğer ALLAH Teala’nın indinde şüpheli bir durumum yoksa, insanların bana ettiği iftiralara hiç aldırış etmem.” buyurdular ve mektuba cevap olarak şunları yazdırdılar: “Muhterem İbrahim Besti Hazretleri, ALLAH Teala beni dilediği gibi ve istediği yerde yarattı. Sizin doğruluğunuza güveniyorum. Hayır dualarınızdan beni mahrum bırakmamanızı ve haklarınızı helal etmenizi yüksek zatınızdan istirham ediyorum.” Ahmed er Rufâi Hazretleri, Hicri 555 senesinde hacca gitmiştir. Hac dönüşü Medine’de Ravzaı Mutahhara’yı ziyaret etmiştir. Peygamber Efendimizin kabri önünde şu nidada bulunmuştur. “Esselâmü Aleyke ya Ceddi” Peygamber Efendimizin kabrinden: “Aleyküm Selam Ya Veledi” cevabı duyulmuştur.. O sırada orada bulunan bütün ziyaretçiler bu sesi işitmişlerdir. Bunun üzerine vecde gelen Seyyid Ahmed-er Rufâi’ Hazretleri, titreyerek diz çöküp şunları söylemiştir. “Uzakta iken ruhumu gönderiyordum. Bana, vekâleten toprağını öpüyordu, şimdi ise huzurundayım şu mübarek elini uzatıver de dudaklarım onunla haz duysun ..” Peygamber Efendimiz’in kabrinden nuranî eli dışarıya uzanmış ve bütün ziyaretçilerin gözleri önünde O, bu eli öpmüştür. Bu hadise (Burhan) bir tevatür derecesinde hacılar arasında yayılmış, bütün İslâm ülkelerinde duyulmuştur. Şahidler arasında devrin tanınmış sofileri de vardır. Abdukadir Geylâni Hazretleri, Seyyid Ahmed-er Rufâi’ Hz.leri için : “ Sahabe-i Kiram, müçtehidinden mada tabakat-ı evliyadan hiç kimse Ahmed’er Rufaî Hazretlerinin makamına vasıl olamamıştır.” Demiştir. Hicri 560 yılında Abbasi halifesi olan el-Müstencid, kendisini Bağdat’a davetinde karşılamak üzere oğlunu vazifelendirmiştir. Sarayda davetliler arasında devrin ileri gelen Şeyhleri- mutasavvıfları da hazır bulundular. Her biri sırayla sohbet eder, söz sırası Ahmed-er Rufâî hazretlerine gelince bir konuşma yapmış Halife el Müstencid, Ahmed-er Rufâî’nin sohbetini ağlayarak dinlemiştir. Daha sonra Seyyid Ahmed-er Rufâî babasının Bağdad’taki türbesi civarında zikir meclisi tertip ederek, Halifenin de bizzat bu mecliste bulunmuştur. Kaynaklarda Rufâî hazretlerinin, ikinci bir defa daha hacca gittiği , arafatta Hızır (a.a) ile karşılaştığı ve Hızır’ın kendisine tac ve hırka giydirdiği ifade edilmektedir. İlk eşi Hatice binti Ebi Bekir el Vasıt- en Neccavi’den Fatıma ve Zeynep adlı iki kızı olmuş, eşinin vefatından sonra evlendiği ikinci eşi Rabia’dan sonra Salih isminde bir oğlu olmuş ve küçük yaşta vefat etmiştir. Nesli iki kızı ile devam etmiştir. Fatıma^dan İbrahim Azeb (609) ve Ahmed-el Ahdar (645) adlıdevrainde meşhur olan iki Sûfî, Zeyneb’den ise ikisi kız, altısı erkek torunları olmuştur. Bunlardan İzzeddin AHMED Sayyad (574-670) Rurâîye’nin Sayyadiye kolunun kurucusu olup, Rufâî Tarikatının İslâm âlemine yayılmasında tesiri olmuştur. Ahmed-er Rufâî Hazretleri, Hicrî (578), Miladî (23 Ağustos 1182) tarihinde şiddetli bir ishal hastalığı sonunda vefat etmiştir. Vefatından önce ; “Beni dilenci keşkülü yerine koymayın, tekkemi bugün harem, öldükten sonra mezar etmeyin. Ben Hakk Tealâ’dan tek olarak yaşamayı diledim. O beni toplum içinde yaşattı. Öldükten sonra belki o muradıma erişirim. Toprak üstünde her ne varsa eninde sonunda yine toprak olacaktır.” Bu sözü ile keramet buyurmuşlardır. Türbe-i Saadetleri yanında kimse yoktur. Kırın ortasında tenha bir yerde Bağdad’ın güneyinde Vasıt yakınlarında bulunmaktadır.
Toplam 0 ürün bulundu, sayfa 1/0
Sırala
Sayfada
ürün